"Eskimeyen kitaplar"

İslam sanatı-1

 

 

 

 

Titus  Burckhardt`ın İslam Sanatı-Dil ve Anlam adlı önemli eseri Turan Koç tercümesi ile Klasik Yayınları arasında çıktı (Ekim 2005). 1908 yılında Floransa`da doğan yazar Basel`li aristokrat bir aileye mensup. Heykeltraş bir babanın oğlu, meşhur sanat tarihçisi Jacob Burckhardt`ın yeğeni. Sanat eğitimi görmüş `Doğu sanatı`na ilgi duymuş, Fas`a gitmiş, Arapça öğrenmiş, tasavvufi eserler üzerinde çalışmış, İslam sanat ve medeniyeti üzerinde yoğunlaşmış, bir süre sonra da Müslüman olmuştur. Yirminci yüzyılın gelenekçi düşünce okulunun önde gelen temsilcilerindendir. Hayatını hikmet ve gelenek hakkında fikir üretmeye vakfetmiş, pek çok eser kaleme almıştır. Kitaba kendisi gibi gelenekçi ekole dahil olan, ülkemizde de eserleri yayımlanan Seyyid Hüseyin Nasr, bir `Sunuş` yazmış.

 

Nasr`Sunuş`unda İslam sanatının `açılmamış bir kitap` gibi olduğunu söyleyerek, -üzerinde yeterince durulmamış olduğunu kastediyor- İslam`ın `soyut` kavramına getirdiği anlayışı, onun modern Batı sanatında görülen `soyut` kavrayışından farkını dile getiriyor. Ona göre bu çaba `ruhani aleme ilişkin bir ru`yettir`. T. Burckhardt önceki eserlerinde `İslam sanatının hikmetle zanaat`ın (fenn veya sına`a) evliliğinden doğduğu`nu söylemiştir. Ben de geleneksel sanatın `hikmet ve ahenk` unsurlarına yaslandığını söylemiş idim. Ayrıca küçümsenen zanaat`la, yüceltilen `sanat`ı birbirinden esas itibarı ile ayırmam. (Benim bu görüşümün daha kapsayıcı olduğunu sanıyorum. Hem muhtevaya, hem onun doğurduğu biçime yer veren bir tarif çünkü). Nasr, yazarın İslam sanatını `vahyin ilkeleri ve formunun bir türevi` olarak takdim ettiğini; `... İslami vahyin ruhunun dünyevi billurlaşması olduğu kadar semavi hakikatlerin yeryüzündeki bir yansıması` şeklinde anladığını ifade ediyor. Burada tasavvufi yorumun sembolik diline işaret edilmektedir ki, kitabın isminin alt başlığı da zaten `Dil ve Anlam`dır. Seyyid Hüseyin Nasr`ın İslam Sanatı ve Maneviyatı(Çev: A. Demirhan. İnsan Yay. 1992) adlı bir eserinin olduğunu da kaydedelim. Güzel bir tercüme yapan Turan Koç da esere küçük bir `önsöz` yazmış. Koç ise yazarın İslam Sanatı ile ilgili görüşlerinin özünde `İslam`ın batıni boyutunun estetik düzeyde bir dışlaştırması` olduğu neticesine varıyor. İslam Sanatı kitabı kuşe kağıda özenle basılmış; konularla ilgili fotoğraflar ve krokiler meselelerin anlaşılmasına yardımcı oluyor. Ben bu yazıyı -sanki pek acelem varmış gibi- eserin ilk 16 sayfasını okuduktan sonra yazıyorum. Bu bakımdan fahiş bir usül hatası işlemiş olabilirim. Lakin bu ilk 16 sayfayı okuyanlar benim gibi `düş kırıklığı`na uğrar iseler aynı kararı verebilirler. `Düş kırıklığı` dedimse de bunu abartmayalım. Belki de `efsaneleşmiş` olan bu kitaptan çok daha fazla şey bekliyordum, bu beklentim boşa çıktı (ilk 16 sayfa için). Tam olarak `boşa çıktı`da denemez ama tam tatmin olamadım. Çünkü bu ilk 16 sayfa işin özüne ait. Burada ilkeler, kanaatlar, ölçüler, bakış açısı beliriyor; burada asli hükümler veriliyor. Bundan ötesi bir nevi `sanat tarihi`. Karşılaştırmalar, teknik hususiyetler vb. (şöyle bir karıştırdım sonuna kadar, böyle algıladım). Giriş`te dile getirilen temel mesele sanatın özünün `güzellik` olduğu, bunun da İslami açıdan `ilahi nitelikli, batıni bir güzellik` olarak algılanması zaruretidir. Yazar alt başlığı `Dil ve Anlam` olan ama adı bir genellemeye tekabül eden `İslam Sanatı` kitabına başlarken neden `Söz Sanatları`nı (şiir) dışarda tutmuş; `musiki`ye hiç dokunmamış, sadece mimari ve resim üzerinden yürümüştür. Bu tutumla ilgili bir açıklama yok. Mimari üzerinden yürüyüşe başlayınca, doğru bir seçim ile önceliği Kabe`ye vermiş, Kabe ile ilgili beş sayfa yazmış. Bu bölümde neler var ve ben ne anladım, bunları inşallah haftaya konuşacağız.
http://www.yenisafak.com.tr//mkutlu.html
 

 

Kaynak : http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:umVqppwAO3wJ:www.tumgazeteler.com